Ahmet Duru İle Röportaj

Ahmet Duru Kimdir ?

1987 Sivas doğumlu Ahmet Duru, Liseyi Tokat Güzel Sanatlar Lisesinde tamaladıktan sonra, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun oldu. Yüksek lisanasını Mercek altında puzzle coğrafyası ve macro mikro görünüler adlı tezi ile Yeditepe Üniversitesinde tamamladı. Sanatçı çalışmalarında genel olarak doğa fotoğraflarından yararlanır. Çalışmalarında doğadaki makro ve mikro bakış açılarını farklı anlatım biçimleri ile sunmak ister. Sıklıkla doğa gezintilerinde fotoğraflar çekerek bu gezintiler sürecinde bir yandan da çalışmalarının oluşum sürecini tasarlar.  Doğanın ve mekânın insan ruhuna etkilerini işleri üzerinden yansıtmak ister. Bazı çalışmalarında belli bir coğrafyaya ait bir fotoğraftan kesit alarak oldukça yakından ve detay çalışır. Kişi bu gerçeklik ve detaya yaklaştıkça gerçeklikten gittikçe uzaklaşarak artan bir soyutluk içinde bulur kendini. İnsanın doğadan güç alarak özgürleşen zihnini, çağrışımlar yoluyla düşünceler evreninde dolaştırmayı amaçlar. Sanatçı, oluşum, varoluş ve kayboluş gibi kavramlardan yola çıkarak, farklı alanlardan beslenen bir dinamikle, karakalem, aquarel,  yağlı boya ve çizimleriyle eserlerinde biçimleniyor.

“Orman serisi” kağıt üzeri aquarel kalem 23 – 48 cm 2022

Bengisu Çonoğlu: Doğup büyüdüğünüz yer olan Sivas, mesleki boyutta hayatınızda önemli bir yere sahip oldu mu? 

Ahmet Duru: Evet, önemli bir yere sahip, çünkü Sivas coğrafi yüz ölçümü acısından Türkiye’nin ikinci büyük şehri. İlkokul ve ortaokulu dönemlerinde Sivas merkezde yaşadım. Yaz aylarında ise Sivas’ın kuzey bölgesi olan (doğu Karadeniz’e sınır olan Kelkit vadisi) Suşehri’nde vakit geçirdiğimden dolayı doğa ile ilişkim o zamanlar başladı diyebilirim. O yaşlarda yaşadığım bölgenin doğasından ve coğrafi alanından etkilenmiştim ve ilgimi çekmişti. O süreçten bu zamanda kadar da etkisi mesleki anlamda çalışmalarıma yansıması oluyor.

“Arazi / Land “ Kağıt üzeri çizim 125,5-168 cm 2020

BÇ : Sivas’tan İzmir’e üniversite için ikamet etmek hayatınızda, görüşlerinizde ve sanat anlayışınızda ne denli bir değişime yol açtı?

AD : Tabi ki iç Anadolu dan Ege bölgesine taşınmak hem gündelik hayatıma hem de sanat pratiğime olumlu anlamda birçok şey kattı. Örneğin Ege ve İç Anadolu’nun coğrafyası, doğası ve yaşam kültür farklı olduğundan dolayı çalışmalarıma yansıdı. 

Güzergah serisi” kağıt üzeri çizim 14-21 cm 2014

BÇ : Özgeçmişinizde sıklıkla doğa ve mekân sanatıyla ilgilendiğiniz yer almakta. Bu doğrultuda, bu alana yönelmenizle ilgili spesifik bir nedeniniz var mıdır? İnsanların ruhunu ve fiziksel bulunuşlarını habitatlarında incelemek hoşunuza gidiyor diyebilir miyiz?

AD : Üniversite okurken son dönem çalışmalarımda doğayla ilgilenmeye başladım. Buna başlamamdaki amaç kendimden yola çıkarak daha önceki yaşadığım coğrafyayla ilgiliydi. İzmir’de yaşadığım dönem o çevredeki doğayla sera projesine başladım. Bu projede yağlıboya ve karakalem çalıştıktan sonra giderek yelpazem daha da genişledi. Bu genişleme, özellikle kendi çekmiş olduğum fotoğraflardan kaynaklanıyor. Çünkü doğa sonsuz bir döngü. 

Bu yüzden sadece yağlıboya ya da karakalemle kısıtlamıyorum. Kendi çekmiş olduğum fotoğraflardan yararlanarak hem eserlerimi oluşturuyorum hem de yaşadığımız coğrafyanın doğasını belgelemiş oluyorum. Son 6-7 sene içerisinde doğaya günübirlik gezintilere çıkıyorum.  Bu gezintilere çıktığım süreç içerisinde yapmış olduğum eserler doğada bulduğum parçalarla bazen üç boyutlu heykel yapıyorum, ağaç evler tarzında işler yapıyorum ya da yıkık bir ev, çünkü doğanın tahribat olduğunu düşünerek bize ait olan bir şey olduğunu düşünerek evle olan ilişkimizi ve doğayla olan ilişkimizi bütüne baktığımızda doğa, insan ve coğrafi alan ilişkimizi irdeliyorum.

“Aralık” tuval üzeri yağlı boya 20-30 cm 2016

BÇ : Kendinize rol model belirlediğiniz ve çalışmalarınızı bu doğrultuda sürdürdüğünüz sanatçı/sanatçılar var mıydı?

AD : Takip ettiğim sanatçılar elbette var. Örneğin alman sanatçı Anselm Kiefer, Gerhard Richter- Mathilde Rousse, Yao Lu, Henrik Hakansson, Agnes Denes, aslında birçok sanatçı var. Benim takip ettiğim sanatçıların, çalışmalarını nasıl oluşturduklarına, kavramına ve çalışmalarına tutkuyla çalışan sanatçılar ilgimi çekmiştir.

Bitki III – tuval üzeri yağlı boya 150 cm çapında 2020

BÇ : Geçtiğimiz yıl girdiğimiz pandemi süreci başta sanatçılar olmak üzere birçok insanı etkiledi. Müzikçiler, müziklerini yapamadılar; ressamlar, resimlerini yapabilmek için onlara bir fırça görevi gören ilhamlarını kaybettiler… Sizde bu pandemi sürecinde neler değişti? Sanatınızı gerçekleştirebildiniz mi? Tamamen kendinizle kaldığınız bu süreçte sanatınıza yeni bir anlam kazandırabilirdiniz mi?

AD : Bildiğiniz gibi genelde doğa ve insan ilişkisi üzerine işler yapmaktayım. Pandemi öncesinde zaten sergi hazırlığım vardı. O süreçte zihnimdeki düşünceleri somutlaştırmak için pandemi öncesi yaz boyunca doğada fotoğraf çekimimi tamamlayarak ilk adımı attım. Kasım ve aralık aylarından itibaren eserlerimi üretmeye başladım. Yani pandemi öncesi zaten kurulu bir düzenim vardı ve çalışmalarımı kendi kurduğum metotlar üzerinde ilerletirken pandemi süreci araya girdi. Aslında benim açımdan pek değişen bir şey olmadı. Sadece sergi gezemiyor ve doğada vakit geçiremiyordum. Bu süreçte de yaşadığımız dünyada zamanın ne kadar değerli olduğunu ve sergi gezmenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım. Sadece çalışmalarımla ilgilenebildiğim bir vaktim oldu. Bunun da benim için bir şans olduğunu düşünüyorum, daha önceden okumam ve araştırmam gereken konular vardı. Karantina günleri bu araştırmalarıma daha çok vakit ayırmam için bir fırsat oldu. 


Dört mevsim – tuval üzeri yağlı boya herbiri: 20-30 cm 2020

BÇ : Doğa kompozisyonlu bir resim yaratmak için önemli olan içinizde uyandırdığı duygular mıdır, yoksa sanatçının teknikle bunu izleyiciye nasıl aktardığı mıdır? Doğayı yansıtmak için zorunlu olarak yeşil tonlarının sanatçı tarafından kompozisyona aktarılması gerektiğini düşünüyor musunuz? Yoksa sanatçının, doğayı nasıl ve hangi unsurla ele aldığı daha önemli bir yer mi kaplıyor? Eserlerinizde doğa unsurunu optimistik bir düzlemde ele aldığınızı söyleyebilir miyiz? Zaman geçtikçe ve insanlar, kendilerine ait olan bu yeri kötülükleriyle süslemeye devam ettikçe eserlerinize katacağınız boyut değişecek mi? Yoksa doğanın en saf ve bakire halini eserlerinizde yansıtmaya devam edecek misiniz?

AD : Resim Sanatın da doğaya bakış açısı, doğayı ele alışı ve yansıtma biçimleri yüzyıllar boyunca birçok değişime uğramıştır. Bu duruma sebep olan temel faktör, bir zamanlar doğayla iç içe yaşayan insanın doğayla olan ilişkisinin yüzyıllar içerisinde değişmesidir.Doğa bugün toplumsal bellekte giderek genişleyen bir anlamlar katmanına dönüşmüş haldedir. Doğanın ekolojik, politik, endüstriyel ve tüketim kültürüne yönelik kazandığı anlamlar, bireyin doğayla olan ilişkisini dolaylı hale getirmiş ve doğaya yabancılaşması sonucunu doğurmuştur. Bu bakımdan kentli bireyin, giderek hızlanan yaşam içinde yalnız nesnel olarak değil, duygusal kodları itibariyle de doğadan koptuğunu hatırlamak gerekir.Benim de çalışmalarımın teorik içeriği, doğayı birbiriyle bağlantılı olan bu kavramlar katmanı dairesinde ele almaya başlamış, insan-doğa arasında süregelen karmaşayı onarma ve doğayı farklı perspektifler içinde yeniden hatırlatma çabasına girmektir. Çalışmalarımın oluşum sürecini, doğa gezintilerinde çektiğim fotoğraflarla başlayarak, bu fotoğraflardan aldığım imajları çeşitli açılarda tuval üzerine aktarmakta; kimi zaman mikro, insan gözünün ayırdına varmakta zorlandığı detayları, kimi zaman ise makro planda; doğanın algılanması güç sınırsızlığını ifade eden geniş açılarını yansıtarak ortaya koymaktayım.  Aynı zamanda da çekmiş olduğum fotoğraflarla çeşitli coğrafyaların ekolojik Tarihi’nin kaydını tutuyorum. Doğa görünümlerini çektiğim fotoğraflar üzerinden tuval ya da kâğıt yüzeyine aktararak ilk bakışta gerçekçi bir üslubu belirlediği düşünülebilir. Oysa ki, yapıtlarımda yakından bakıldığında fotoğraf ve resim sanatlarının ifade biçimlerinden doğan füzyonu görmek mümkündür.

“Büyü ya da yok ol “ 2020 solo sergi genel görünüm

Yaptığım çalışmalarda fotoğraftan resme uzanan/dönüşen çalışma prensibi, fotoğrafın “orada olmayanı”, çekilme anının öncesini ve sonrasını sınırlamaktadır. Diğer taraftan resmin anıştırma gücü de –ele alınan konu bir tıpkı-üretim ya da soyut çalışma olmadığından- pasifize olmaktadır. Dolayısıyla tuvale ya da kâğıt yüzeyine taşıdığım doğa görünümlerinde donmuş bir zamanın varlığından söz edilebilir. Eserlerim de yer alan doğa görünümleri, bağımsız, salt kendi varlık-zamanları ile oradadırlar. Eserlerim oluşma süreci tamamlandığında ortaya çıkan görünüm, kaydedilmeye değer görülen ya da öznel zamana dair bir an değil, tekrar ve tekrar kendini var eden donmuş bir andır. İşte bu sebeple yaptığım eserlerimde fotoğraf ve resmin zamansal bir füzyonunun ortaya çıktığından söz etmek yanlış olmayacaktır. 

“Büyü ya da yok ol “ 2020 solo sergi genel görünüm

BÇ : Edgar Alan Poe, “Were I called on to define, very briefly, the term Art, I should call it ‘the reproduction of what the Senses perceive in Nature through the veil of the soul.’ The mere imitation, however accurate, of what is in Nature, entitles no man to the sacred name of ‘Artist.’” der. Sizce doğayı yansıtma sanatıyla uğraşan bir sanatçı, kendisine “Sanatçı” ünvanını verebilmek adına eserlerinde öznel olarak ne yapmalıdır? Sanatçı, doğayı ele alırken kendisinden hangi parçaları eklemelidir.

AD : Dünyanın en iyi sanatçısı olamayız ama iyi bir sanatçı olmak için sürdürülebilir bir disipline sahip olmamız gerekiyor. Sanat eseri oluşturmadan önce sıkı bir sanat eğitiminden geçmeliyiz ve sanat üretmek tutku işidir. Bir eseri oluşturmak için öznel olarak estetik kuramlarını iyi öğrenmemiz gerekiyor. Örneğin yansıtma kuram, dışavurumcu kuram, biçimci sanat kuramı, duygusal etki kuramı işlevsel kuram gibi kuramları iyi pekiştirip yapacağımız eserlere öznel yorum katabiliriz.

“İçinde bir göçebe var “ karışık teknik enstalasyon 2018

BÇ : 2021 yılının aralık ayında gerçekleştirdiğiniz “Büyü ya da Yok Ol” sergisi, ismini nereden alıyor?  Aynı doğadaki büyüyemeyen ve doğal seçilimle elenen unsurlar gibi insanların da büyüyemediklerinde yok olacaklarını düşünüyor musunuz?

AD : “Büyü ya da yok ol” solo sergi projemi oluştururken yaşadığım çevreyi gözlemleyerek, insan-doğa, ekoloji, ulus devlet- toplum, doğa arası ilişkileri ve iklim krizini çalışmalarımda irdelemek istedim. Yaklaşık bir –bir buçuk yıldan beri hazırlandığım yeni projenin ismi “büyü ya da yok ol” projesidir. 

Doğa her zaman kendi içinde dinamiği olan sonsuz büyüme döngüsü ve fraktal bir yapı barındırır. Ama burada doğanın coğrafi ve yaşam alanı yerlerini gittikçe hem daraltıyor hem de sınırlandırıyoruz, problem de burada başlıyor. Bizler doğanın kendi içindeki ekosisteme ne kadar duyarlı olursak, o kadar büyüyebiliriz. Ekosistemi ve doğanın çevresini ne kadar daraltırsak o kadar küçülürüz, bu da yok olmaya giden bir yol olur.

Daha net ifade etmiş olursam, toplumda üretimin insanın ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılması gerekir. Yani ihtiyaca yönelik üretim olması gerekirken, fazlası olmaması gerekir. İşte burada sistemin sınırsız büyüme eğimine ve dinamiğine sahipken, sistem sınırsız büyümeyi dayatmaktadır. Ama yaşadığımız dünyanın kaynakları sınırlı ve sonlu. Üretim etkinliği insan/doğa ve toplum/doğa metabolizmasını sonucunda gerçekleşiyor. Bir şey ürettiğimizde eksiltiyoruz; üstelik üretirken de tüketirken de kirletiyoruz, yani sınırlı olan dünyamızda, sınırsız üretim, sınırsız tüketim ve sınırsız büyüme problem haline geliyor, burada da sürdürülemezdik durumu ortaya çıkıyor. Doğanın kendini yenileme “ritmiyle” hızıyla, sistemin kendini yeniden üretme hızı arasındaki uyumsuzluğa dikkat çekmek istedim. 

Değerli paylaşımları için Ahmet Duru ‘ya teşekkür ederiz.