Aykan Özener İle Röportaj

Aykan Özener Kimdir ?

1964 Balıkesir doğumludur. Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden mezun oldu. Yüksek Lisansını “Arkeoloji Biliminde Fotoğraf Teknikleri” adlı teziyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümünde tamamladı. Fotoğraf çalışmalarına 1983 yılında başladı. 1987 yılında AFSAD’a (ANKARA FOTOGRAF SANATÇILARI DERNEĞİ ) üye olmasıyla fotoğrafta yeni arayışlar içerisine girdi. 1987-1995 yıllarında AFSAD çatısı altında sürdürdüğü çalışmalarına bağımsız olarak devam etmektedir.Kişisel sergiler açtı ve birçok karma sergiye katıldı. Fotoğrafları başta birçok kitap kapağında ve yayında olmak üzere kullanıldı.

Yazıları, kültür ve sanat dergilerinde yayınlandı. Seminerlere katıldı. İçeriğine inandığı yarışmalarda jüri görevlerinde bulundu. 

2002-2007 yılları arasında 5 yıl arka arkaya Çanakkale Fotoğraf Festivalini düzenledi.

TRT-Okul  için 13 bölümden oluşan bir temel fotoğraf bilgisi dizisi (fotoğraf öğreniyorum) gerçekleştirdi ve yine TRT için hazırlanan Sagalassos belgeselinin yönetmenliğini yaptı.

On yedi yıl Çanakkale Onsekiz Mart Üniversite’sin de fotoğraf üzerine dersler verdi. Aynı zamanda da yine Çanakkale’de kurduğu Pan Görsel Kültür Derneği’nin yönetim kurulu başkanıdır. 

2017-2019 dönemleri arasında TFSF(Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu)nin desteklediği, fotoğrafçı Özcan Yurdalan ve Yusuf Aslan ile birlikte MGH (Memleketimden görsel hikâyeler) projesinin editörlüğünü yürütmüştür. Ardından Korona Günlerinde Fotoğraf projesinde editörlük yapmıştır. 

Arkeoloji alanında;  öğrencilik yıllarında iki yıl boyunca Kelenderis kazılarında,  ardından 2006-2015 yılları arasında Assos kazılarında çalıştı. Şimdilerde Alinda antik kenti ve Gerga kutsal alanı ekibinde çalışmalarını sürdürmektedir.

2006 yılından itibaren ise Prof.Dr.Beate Böchlendorf başkanlığında yürütülen “Troias Bölgesi Bizans Yerleşimleri” temalı yüzey araştırması ekibinde yer almaktadır. 

Birçok bölgede arkeolojik eserlerin fotoğraf arşivinin oluşturulması için çalışmalar yürüttü. Ülke genelinde Arkeoloji Fotoğrafçılığının önemini vurgulayan seminerler dizisi gerçekleştirdi ve halen sürdürmektedir.

Dünyadaki toplumsal, kültürel,  siyasi çalkantılara duyarlı, bunlar üzerine kafa yoran bir kişilik. Uzun zamandır dünya görüşü çerçevesinde oluşan felsefesi gereği fotoğraf disiplinini sanat olarak ele alan çalışmalar yerine,  dokümantasyon aracı olarak kullanan çalışmalar üretmektedir. Foto-öykü ve kişisel belgesel yakın durduğu alanlardır.

Kendisine Balıkesir Ulusal Fotoğraf Müzesi’nde bir bölüm ayrılmıştır. 

Deliler Bayramı Serisi

Eslem Dede : Kendi fotoğraf tanımınızı paylaşabilir misiniz?

Aykan Özener : Kendimi bir görsel hikâye anlatıcısı olarak tanımlıyorum. Bir dizi görsel ile izleyiciye fark ettirmek istediğim bir konuyu anlatmaya yarayan bir tarz diyelim buna. Bu yüzyılda uzun okumaların ve izlemelerin yapılmadığını, daha doğrusu bu hız çağında vakit bulup derinlemesine incelemeler, bilgilenmeler yapılamadığı kanısındayım. Bir kaç fotoğraf, bazen kısa bir videoyu da araya katıp, çeşitli materyallerle (bu ses dosyası ,  istatiksel veri şemaları, tarihi belgeler vb. ve kısa bir metinle oluşturulmuş) izleyiciyi sıkmadan ama konuyu anlamasını sağlayacak bir hikaye yaratmaktan bahsediyorum. Tabi ki arada belge amaçlı tekil fotoğraflar da çekiyorum. Kısacası ben bir belgesel fotoğrafçısıyım diyeyim.

ED : Fotoğraf çekme tutkusu sizde ne zaman ve nasıl başladı?

AÖ : Ben bunu çok düşündüm. Çocukluğumda büyükbabam Lüpitel-2 (üstten bakmalı) fotoğraf makinesiyle benim çok fotoğrafımı çekerdi. Oradan fotoğraf bilinçaltıma yerleşmiş olsa gerek. Ardından ortaokul veya lise ilk yıllarımda Balıkesir Fuarında sergiler açan Ahmet Esmer abinin fotoğrafları, fotoğrafın başka bir şekilde kullanılabileceğini düşündürdü. Ertesi hafta yanına gidip “Ahmet abi ben fotoğraf çekmeyi öğrenmek istiyorum” demiştim. O sırada Balıkesir’in en ünlü stüdyo fotoğrafçısıydı. Büyükbabamların evinde asılı olan 1 yaşındaki bebeklik fotoğrafımın altında da onun ismi vardı. “Yarın gel stüdyoda başlayalım” dedi. Ben hiç gitmedim. Çocukluk işte. Yıllar sonra çalıştığım iş yerinde birisinin sattığı fotoğraf makinesini satın alarak fotoğrafa başladım. Neden aldığımı da,  ne çekmek istediğimi de bilmeden başladım işte. Eskiden Türkiye’de iki tane ünlü fotoğraf basım merkezi vardı. Refo Color ve Fırat Color. Bunlardan Fırat Color’un yeğenleri Zeynel-Abidin kardeşlerin sahipleri olduğu Fırat Fotoğraf Stüdyosu benim hayatımda önemli bir yere sahiptir. Onlar bana fotoğraf yıkamayı, pozlamayı vb. şeyleri öğrettiler. Az önce bahsettiğim gezilerime eşlik ettiler hep. Sonrasında bir gün bana “ Aykan senin gözün başka. Sen farklı şeyler çekmeye çalışıyorsun.” deyip Afsad’ın(Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) çıkardığı, o zamanlar Türkiye’nin tek fotoğraf dergisi olan FOTOĞRAF ile tanıştırdılar. Ben ilk kez orada fotoğrafın sanatsal yönünü gördüm. Sonrasında hep oradaki fotoğrafçılara öykündüm. Ardından bu derginin çıktığı yer olan Afsad’a üye olmak en büyük amacım oldu. Ankara’ya yerleşince ilk işim üye olmak oldu. 1 aylık bir temel eğitimden geçip, bir seri fotoğraf verip kabul ediliyordunuz. Artık istediğim fotoğrafçılık yolunda bir yolculuğa başladım. O dönem Ankara’sı kültürün de başkentliğini yapıyordu. Sinemalar, tiyatrolar, sergiler vb. her türlü sanatçı konuşmalarını büyük bir açlıkla takip ediyordum. Bugün kü temelimi orada sağlam bir şekilde attım anlayacağınız. Çok okudum, izledim, paylaştım. Çok film izlemek gözümü geliştirdi. Film derken bugünkü filmler değil tabi. İyi bir sanat filmi izleyicisi idim. 1995 yılında Ankara’dan ayrılıncaya kadar dernek üyeliğim devam etti. Sonra bir derneğe bağlı olmadan, sanat bireysel bir yolculuktur deyip devam ettim. Kısaca ilk fotoğraf okulum Afsad’dır diyebilirim.

İlk Yıllarım

ED : Fotoğraf çekmeye başladığınızda sizi en çok zorlayan şey neydi?

AÖ : Erzincan’da yaşıyordum o dönem. Hafta sonları fotoğraf çekmeye yerelden iki fotoğrafçı(mesleği fotoğrafçılık olan)arkadaşımla doğaya çıkıyor hem fotoğraf çekiyor hem de o dönem hala bugünkü gibi tektipleşmemiş köylere, kasabalara gidiyorduk. Hiç görmediğim yaşamları ve doğayı hayranlıkla fotoğraflıyordum. Tekniğim işin çok başlarındaydı. İnsanlarla iletişim kurabilecek karaktere henüz sahip değildim. Tunceli ve Erzincan dağlarındaki henüz bozulmamış insan hallerini, biçimlerini büyük bir açlıkla izliyordum. Ancak o yıllara ait insana ve yaşamlarına dair fotoğraflar çekemedim hiç. Sonuç olarak çok otantik olan yaşam biçimleri bugün sadece anılarımda kaldı. Yani insan çekmek beni çok zorluyordu. Sanki onları çekmem özel hayatlarına müdahale gibi geliyordu. Bu konuda kendimi geliştirmem, kişisel gelişimimi oturtmakla, yani 5N1K ne, neden, nasıl, niçin, gibi temel sorulara cevap verebilmeyi öğrenmekle oldu.

ED : Başarılı bir fotoğrafçı olmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

AÖ : Neden fotoğraf çekiyorum sorusuna net cevaplar verecek bir seviyeye gelmesi çok önemli. Bunu başardıktan sonra kendisine birkaç tane önemli fotoğrafçı seçip onu izlemeli. Sonrasında kendisine ait bir tarz oluşturmaya gayret etmeli. İşlerinde samimi bir dil yakalamalı.

Balık Sırtı Yaşamlar Serisi

ED : Fotoğraf sanatına ilgi duyanlara ve yeni başlayacak olanlara tavsiyeleriniz nelerdir?

AÖ : Bir önceki cevabım yeterli diye düşünüyorum. Buna belki bir eklenti yapabilirim. O da tekniğini geliştirmeden diğer konulara geçebilmek pek mümkün olmuyor. Yeni başlayan birisi tekniği düşünmeden ne çektiğine pek odaklanamaz. O yüzden tekniği düşünmeden deklanşöre basım edimlerini geliştirsinler. 

ED : Sizce iyi fotoğraf nasıl çekilir?

AÖ : Eskiden buna Teknik+Öz+Biçim bir arada olursa iyidir diye cevap verirdik. Şimdi dijital teknoloji ile(mobil fotoğraf daha etkili) bu üçlü yerini daha çok hikâyeye bıraktı. 

Balık Sırtı Yaşamlar Serisi

ED : Yüksek Lisansınızı “Arkeoloji Biliminde Fotoğrafçılık Teknikleri” üzerine yaptığınızı görüyoruz. Arkeoloji’yi seçmenizdeki etkenler nelerdir?

AÖ : Erzincan’da babamın işi gereği kaldığımız yıllarda, ortaokul sonda falandım. O zamanlar Ekşisu diye bir mesire yeri var. İşte içinden doğal olarak çıkan maden suyu ve çevresinde nefis bir doğa. Sık sık giderdik. Bir gün öğleden sonra annemlerden habersiz, mesire yerinden uzaklaştım. Çok araştırmacı, meraklı bir çocuktum. Hiç duymadığım gizemli bir kuş sesinin peşine düştüm. Sonradan öğrendiğime göre Turna kuşlarıymış. Bu arada bir tepenin yanına geldim. Çok ilgimi çekti. Dümdüz ovada ilginç bir tepe. Merak edip tepeye tırmanmaya başladım. İlginç mezarlar ve yapı temellerine rastladım. Derken o kadar uzun saat kaldım ki akşam oldu ve ben dönmeye karar verdim. Annem, babam beni aramaya çıkmışlar ve epey azar yediğimi hatırlıyorum. Neyse ertesi gün hemen İl Halk Kütüphanesi’ne gittim. Ekşisu ve çevresi hakkında bilgi almak için. Orada gittiğim yerin Urartu Uygarlığına ait bir yerleşim olduğunu öğrendim. İşte o gizemli durum ve sanki ben keşfetmişim duygusu bende derin bir arkeoloji sevgisi yarattı. Sonra lisede Sanat Tarihi dersinde çok başarılı olmuştum. Herkes zayıf alırken ben çok iyi notlar alıyordum. Hocam da doğal olarak benimle çok ilgileniyordu. Bir gün hocama arkeolog olmak için ne yapmam gerektiğini sorduğumu hatırlıyorum. Ancak o yıllar siyasi yönden çalkantılı yıllardı ve üniversiteler siyasi çatışmaların tam göbeğindeydi. Annem, babam benim bu sevdamın önüne geçip bana Arkeoloji Bölümünü yazdırmadılar. Uzatmayayım; aradan on yıl geçip, başka bir işte çalışırken kendi imkânlarımla okuyup, arkeolog oldum. İlerleyen dönemde Yüksek Lisansımı “Arkeoloji Biliminde Fotoğrafçılık Teknikleri” isimli bir tezle tamamladım. Türkiye’de bu konuda yazılmış ilk tezdir.

ED : Türkiye’deki arkeoloji fotoğrafçılığı hakkında ne düşünüyorsunuz?

AÖ : Dünyada uzun yıllar önce öneminin farkına varılmış Arkeoloji Fotoğrafçılığı bizde ne yazık ki daha henüz fark edildi. İnternet sonrasında yurtdışında yapılmış çalışmaları görüp fark edildiğini düşünüyorum. Bunda biraz iddialı olacak ama benim yazdığım tezinde etkili olduğunu düşünüyorum. Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin fotoğraf editörü olduktan sonra, orada yaptığım çalışmalar ve birçok üniversitenin arkeoloji bölümünde verdiğim Arkeoloji fotoğrafçılığı seminerleri etkili oldu diye düşünüyorum. Yeni kuşak Arkeologlar, gelişen teknoloji ile birlikte bu işe gereken önemi vermeye başladılar. Şimdi gittiğim antik kentlerde mutlaka bir kazı fotoğrafçısı arkeologa rastlıyorum. 

ED : Eserlerinizi adlandırır mısınız? Eserlerinizi neye göre adlandırırsınız?

AÖ: Görsel hikâyelerimi adlandırırım. “Aynı Şehirde Aklar Düşemedi Saçlarına” hikâyem Gökçeada’daki zorunlu göçü anlatır mesela. Kavafis’in “Şehir” isimli bir şiiri vardır. ”Orada şair aynı şehirde aklar düşecek saçlarına der.” Ben zorunlu göçten sonra bir daha adaya dönemeyen Rum halkını eşyalar üzerinden anlattığım çalışmamda bu isimle anlattım.

“Kıyıda” isimli Çanakkale Fevzipaşa’da yaşayan Roman halkını anlattım. Çünkü Fevzipaşa Çanakkale’yi ikiye ayıran Sarıçay kıyısında yaşayan bir topluluktu. Aynı zamanda içinde çok vakit geçirmeme rağmen sonrasında aslında onların yaşamının hep kıyısında, dışında olduğumu düşündüğümden bu ismi koymuştum.

Kıyıda Serisi

ED : Çanakkale ve Balıkesir’de yaşamış olmanızın tarihsel ve arkeolojik anlamda fotoğraflar çekmenizde bir payı var mıdır?

AÖ : Balıkesir memleketim olmasına rağmen çok az yaşadım orada. Çanakkale’de 20 küsur yıl yaşadım. Orada Troia ve Assos antik kentlerine olan ilgim belki etkilemiştir ama ondan çok uzun yıllar önce Mersin ve Konya’nın daha fazla etkili olduğunu söyleyebilirim.

Blaundus Antik Kenti Kamusal Yapı

ED : Ülkemiz, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış ve tarihi açıdan çok zengin bir ülke. Ülkemizin topraklarına gömülmüş olan tarihi güzellikleri fotoğraflayarak gün yüzüne çıkartmak sizde nasıl bir his uyandırıyor?

AÖ : Aslında fotoğraflayarak gün yüzüne çıkarmak demeyelim ama çıkan eserleri fotoğraf yoluyla belgeleyip ölümsüzleştirmenin çok daha etkili olduğunu söyleyebilirim.

Termessos Antik Kenti

ED : Arkeoloiji’nin hayatınızda yer edinmesi nedeni ile birçok eski toplumun kültürünü gözlemlediniz. Farklı kültürlere sahip insanların geleneklerini veya yaşamlarına ait eserleri fotoğrafladınız bu fotoğraflar arasında sizi en çok etkileyen kare hangisi oldu? Eğer bir hikâyesi varsa bizimle paylaşabilir misiniz? 

AÖ : Böyle bir şeye cevap vermem çok zor. Ancak Gerga Kutsal Alanı’nı fotoğraflarken çok etkilendim. Bunun yanı sıra antik kentler içerisinde dağlık yerleşimler beni çok etkiliyor. Sagalassos ve Termessos’da hep etkilendim. Örneğin Termessos’un antik tiyatrosundan ve Alketas’ın mezarından çok etkilenirim. Örneğin; Alketas’ın mezarının hikâyesini anlatayım.

Büyük İskender’in ölümünden sonra ülke, komutanlarınca 7 bölgeye bölünmüştür. Bunlardan bir tanesi olan Anadolu bölgesi (o zamanlar asya minor diye geçiyor ) İskender’in komutanları olan Antigonos ve Alketas arasında çatışmaya neden olmuştur. Antigonos ile yaptığı savaşı kaybeden Alketas, Termessos’a sığınmış, Termesosslular yine bir cesaret örneği göstererek komutan Alketas’ı Antigonos’a vermek istememişler..Bunun üzerine şehir yeniden kuşatılmış. Ancak Termessos’un ileri gelenleri Antigonos’la gizlice anlaşarak, Alketas’ı Antigonos ‘a vermeyi planlamışlar. Bunu hisseden Alketas, kendini öldürmüş ve Antigonos’a ölü bedenini teslim etmişlerdir. Antigonos’ ta Alketas’ın tüm organlarını parçalayıp şehrin girişine kazıklara dikerek sergilemiştir.

Alketas Anıt Mezarı

Bu olayın üzerine Termessos’lu gençler bu olaya çok kızmışlar. İçlerinde bazılarının babaları bile varken şehrin tüm ileri gelenlerini öldürmüşler ve Alketas’ın parçalanmış vücudunu alarak, onun için büyük bir taştan kahramanlık anıt mezarı yapmışlardır. Günümüzde halen bu anıt mezar sağlam bir şekilde durmaktadır.

ED : Üniversitelerdeki fotoğrafçılık ve fotoğraf bölümleri arasındaki fark hakkında ne düşünüyorsunuz. Biraz bilgi verebilir misiniz?

AÖ : Bu sorunuzu şöyle anlıyorum; Türkiye’de iki tür Fotoğraf eğitimi var. Birisi M.Y.O.’na bağlı fotoğrafçılık programları, diğerleri ise Güzel Sanatlar Fakültelerine bağlı fotoğrafçılık bölümleri. Aslında bunların dışında başka bölümlerde de fotoğrafçılık dersleri olmakla birlikte genel olarak bu ikisi doğrudan fotoğraf eğitimi almak isteyen öğrenciler için. Bunlardan ilki fotoğrafçılık programı, daha çok piyasa fotoğrafçılığı içerisinde mesleki eğitim veriyorlar ve ön lisans diploması alınıyor. Yani 2 yıllık eğitim sonucunda mezun olup doğrudan sektörün ara eleman sorununu çözmeye yönelik oluyor. Diğeri ise 4 yıllık eğitim sonucunda mezun olunuyor. Daha çok sanat temelli bir eğitim alınıyor. Sınavla girilebiliyor. Sonuç olarak her ikisi de sektörde iş buluyorlar. Ancak sanat yeteneği ağırlıklı olduğundan daha istekli oluyorlar ve doğal olarak daha çok bireysel yetenekleri ön planda olup, tercih ediliyorlar. 

Değerli paylaşımları için Aykan Özener‘e teşekkür ederiz.