Sanatsal Paradokslar

Yunanca para: karşıt ve doxa: düşünce, inanış sözcüklerinden meydana gelen “paradoks” kavramı; isminin hakkını vererek bizleri “düşünsel yanılsamalara, çelişkilere, mantıksal tutarsızlığa” sürükler. Birçok matematikçinin, filozofun, şairin ve yazarın eserlerinde karşımıza çıkan algısal paradokslar, görsel sanatlarda da “Biz buradayız!” demekte ve iddialarını korumaktadırlar. Paradoks ve sanatın bu tarihi buluşması, Kant’ın sanat anlayışının temelini oluşturur. Kant’a göre, sanat doğa gibi göründüğünde güzeldir fakat biz onun sanat olduğunun bilincinde olmalıyız.

Burada “sanat” olarak kastedilen bir amaç doğrultusunda gerçekleşen insan edimi hatta o edimin ortaya koyduğu herhangi bir ürün, yapıttır. Bahsi geçen ürün de salt bir güzelliğe kavuşmak adına, doğa gibi tasarlanmamış ve kavram bağlamından uzaklaşıp bağımsızlığını ortaya koymuş olmalıdır. Görsel ürünlerdeki renklerin ve birtakım biçimlerin yarattığı iki boyuttaki paradoksal yapıya ve sanatçıların paradoksal denklemleri eserleriyle nasıl bütünleştirdiklerine bir göz atalım:

Maurits Cornelis Escher (1898-1972)

Kardeşi Berend Escher’in teşviğiyle matematiğe ilgi duyan Hollandalı sanatçı; simetri, felsefe, sonsuzluk alanlarındaki alakasını da harmanlayarak iki ve üç boyutlu kavramlar biçeminden sonsuzluğa uzanan bir düşünce temsiline ulaşmıştır. Zaman ve uzay sonsuzluğunu, sanatsal sonsuzluğa addetmiş, sınırlı bir alanda negatif pozitif farklılığında konulan şekiller ile kendisine has bir perspektif yaratmıştır.


Şekil 1. Escher, Konkav ve Konveks 

Birbiri ile uyumsuz ifadeleri estetik olarak sunabilen ve gerçeküstü bir algı yaratabilen sanatçıya yukarıdaki eseri için Gombrich tarafından şöyle bir yorum yapılmıştır:

“… Özellikle perspektifinin bu denli doğru gözükmesi nedeniyle, Hogarth’ın kazı resminin karşıtıdır. Fakat resme daha dikkatli baktığımızda, bu türden yapıların bizim gerçekliğimizde yerinin bulunmadığını, sanatçının bizi yukarısının ve aşağısının, sağın ve solun söz konusu olmadığı düzlemlere götürmeye çalıştığını anlarız. Resim, sanatçının uzam sorunu üzerindeki düşünme eylemini içermekte, fakat bununla eşzamanlı olarak uzamın gözleminde izleyicinin oynadığı rolü de sergilemektedir. Tek tek nesneler ile çeşitli bakış açıları arasında amaçlanan ilişkileri kavramaya çalışırken, sanatçının düzenlemelerinin çelişkili yanlarını da ortaya çıkarmaktayız.”


Şekil 2. Escher, Çizen Eller

Escher’in “Çizen Eller”i, optik yanılsamayı gözler önüne sermektedir. Sağ elin sol eli, sol elin de sağ eli çizmesi üzerine bir paradoksa düşüyoruz. Escher’in resimlerinin “paradokslar” kullanılmadan açıklanabilmesi içinse daha güçlü bir anlam seviyesine ihtiyaç duyuyoruz. Tıpkı resimlerine hükmeden ressam Escher’in kendi kurallarını kendisi koyması gibi…

Patrick Hughes (1939)

“Reverspective”(Ters Perspektif) akımının öncüsü İngiliz öğretmen, yazar, tasarımcı ve görsel sanatçı Hughes; birçok Trompe l’oei(göz aldanması) resimlerine imzasını atmıştır. Bu biçemin en dikkat çekici özelliği iki boyutlu resmin temsil ettiği şeyin kendisi olduğu sanısıdır. Reverspective’de esere önünden bakacak olursak boyalı ve üç boyutlu bir perspektifle karşılaşırız. Tablonun 180 derecelik açısında başımızı hareket ettirdiğimizdeyse üç boyutlu yüzeylerin arasında meydana gelen “optik geçiş” yeni bir görüntü elde etmemizi sağlar. Ayrıca sanatçının resimlerinde yakaladığı hayali derinlik kurgusu ve sayısız bakış açısı da özgünlüğünün bir göstergesidir. Birçok açıdan resimlerini değerlendirdiğimizde “Ters Perspektif” kavramına uygun olarak bir resim içerisindeki farklı konu bütünlüklerine rastlarız. Bu da bizleri paradoksal bir çelişkiye iter.

Şekil 3. Hughes, Pleasure Island

Şekil 4. Hughes, Downtown Uptown

Perspektif ilkeleri ters ve olağanüstü bir şey olur. Heykel resim halinde katılaştığı zaman; zihin statik bir resim içinde kendi isteğiyle hareket edebilir, imkânsız zanneden elde edilir. ” Patrick Hughes

Rene Magritte (1898-1967)

Belçika’da dünyaya gelmiş ve sanat eğitimini tamamlamıştır. Afiş ve reklam da tasarlayan ressam, “gerçeküstücülük” akımının en önemli sanatçılarındandır. Magritte’nin eserlerinde objeler başkalaşıma ve radikal bir değişikliğe uğramıştır. Sanatçının “Bu bir pipo değildir.” yapıtı, tanınan bir eseridir.

Şekil 5. Magritte, İmgelerin İhaneti

Bu resimde görülen bir pipodur fakat altındaki yazı algısal bir probleme yol açar. Burada verilmek istenen mesaj ise pipo olarak gördüğümüz nesnenin yalnızca gerçek dünyadaki herhangi bir piponun görüntüsü olabileceğidir.

 “Görüntüler bizde birtakım duygular uyandırdığına göre, gösterilenle gösteren arasında gerçekçi bir ayırım yapmamız anlamsızdır. Bir anlamda resimde gördüğümüz pipo, cebimizdeki pipodan daha gerçektir. Çünkü gördüğümüz şu ya da bu sapı olan, içi kirli ya da ağızlık yerinden bir parça kopmuş belli bir pipo değil, genel bir pipodur. ‘Pipo’ dediğimiz nesnenin varlığını, kafamızdaki pipo kavramı belirler. Kuşkusuz ‘pipo’ sözcüğü bir İngiliz ya da Fransız için yeterli olabilir…”

(Lynton, 2014)

*Bu resim ve yarattığı paradoksu hakkında daha ayrıntılı bilgiye ulaşmak için Michel Foucault’un “Bu bir pipo değildir.” kitabına başvurabilirsiniz. 

Şekil 6. Magritte, İnsanın Oğlu.

Sonuç olarak paradoks algısını eserlerine yansıtan pek çok sanatçı bulunmaktadır. Bahsettiğimiz sanatçıların stillerini ele alacak olursak: Escher, uzay zaman mekân anlayışıyla; Hughes, optik algısıyla; Magritte de simge ve imge arasındaki kurduğu ilişkiyle paradoks yaratmayı başarmışlardır. Bu tür yapıtlarda kullanılan paradoks semantiği sınırlı olan birçok görüntüye yeni anlamlar yükler ve düşün dünyasının ufkunu genişletir. İki boyuta aktarılan imgelemlerin içerisindeki gerçekliğe erişme çabasıysa sanat ve matematik var oldukça süregelecek, yani sonsuza dek insanlığın yakasını bırakmayacaktır. Gösterilenin ve gördüklerinizin paradokslarından sıyrılıp, doğru önermeler oluşturabileceğiniz bir hayat dileriz. 

Kasım Ayının Teması: “BAĞ”

TEVİTÖL Görsel Sanatlar Kulübü olarak düzenlemeye başladığımız okul içi aylık resim yarışmamızın Kasım 2019 teması “Bağ” oldu. “Yaratıcılık”, “Teknik”, “Mansiyon” ve 2 “Sergileme” ödüllerimizi cuma töreninde dağıttık.

Ödül alan öğrencilerimiz.

Yaratıcılık: Zeynep Sunay

Zeynep Sunay, 10. sınıf

Teknik: Zeren Ceyda Çalışal

Zeren Ceyda Çalışal, 10. sınıf

Mansiyon Ödülü: Kerim Önder Uluçay

Kerim Önder Uluçay, 9. sınıf

Sergileme: İrem Kurt

İrem Kurt, 10. sınıf

Sergileme: Başak Deniz Altun

Başak Deniz Altun, 10. sınıf

Yarışmamıza katılan bütün öğrencilerimize teşekkür ediyor, kazananlarımızı tebrik ediyoruz. Aralık 2019 yarışmamıza “SİRK” temalı eserlerinizi bekliyoruz.

Saat Kaç?

9 Şubat 2020’ye kadar gezilebilecek sergilerden biri olan “Saat Kaç?” ziyaretçilere güzel bir deneyim katacaktır. Emre Baykal ve Eda Berkmen küratörlüğünde düzenlenen “Saat Kaç?” Arter’in 3. ve 4. katlarında sergilenmekte. 34 sanatçının 44 eserini bir araya topladı. Zaman, mekan ve bellek kavramlarını yorumlayan sanatçılar çağdaş & modern sanata önemli yapıtlar katıyor. 

Sergide; Karşı Müzik, Unplugged Serisi, Fransız Saati Televizyonu, Dışarı çıkmadık, çünkü hep dışarıdaydık/İçeri girmedik, çünkü hep içerideydik, Karanlığın İçinden İmgeler gibi yakın zamanda yapılmış sanat eserleri bulunuyor. Görenlere ve inceleyenlere yeni kapılar açan yapıtlar; resim, heykel, film formatlarında yoğunlaşmış. Yer, zaman ve belleği ele alan eserler nihilist ve şüpheci bir bakışla yansıtılıyor. Sergide sanatçıların düşünce ve duygularıyla başlangıç ve sonların birleşmiş olduğu, amaçsızlığın amacı, mekanın kırılması, sonsuz zaman döngüsü, aynılaşan toplumdan dışlanma, kamulaştırma gibi içerikli eserler bulunuyor. Sergilenen eserler bir bütün oluşturmakta ve temanın üzerinde birbirlerini tamamlamakta. 

“Saat Kaç?” Türk ve dünya çağdaş, modern sanat eserlerini bulundurmakla beraber insanları düşünmeye iten, kaçırılmaması gereken bir sergi. “Saat Kaç?” ziyaretçilerinin zaman, mekan ve bellek algılarının sınırlarını zorlayarak onları alışılmışın dışına; soyut bir evrene götürüyor.

16. İstanbul Bienali

14 Eylül – 10 Kasım tarihleri arasında düzenlenen ve sanatseverlere kaçırılmaz bir deneyim sunan İstanbul Bienali, bu yıl Yedinci Kıta teması üzerine gerçekleşiyor. 25 farklı ülkeden 56 sanatçının eserlerinin yer aldığı bienal, Yedinci Kıta’ya yani plastik bardak, poşet gibi atıklardan oluşan 3.4 milyon kilometrekare genişliğindeki ada üzerine dikkat toplamak ve farkındalık yaratmak için önemli bir platform oluşturuyor.

Yedinci Kıta, çevre temasının farklı yorumlarını bir noktada birleştirmek ile beraber insan teması üzerinde de duruyor. Çevreye verilen zarar, insanın doğaya etkisi, farklı kültürler, insan doğası, insan tanımı gibi konular ele alınıyor. Pera Müzesi geçmişe dönük resimler ve heykeller sergilerken MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi çağdaş sanat eserleri ile Bienal’e özel üretilen eserler sergilemekte. Bunun yanında labirenti andıran, oklarla yön gösteren ve odalardan oluşan bir yapıya sahip.

Sanatçıların günümüzdeki ekolojik ve sosyal sorunlar üzerine düşüncelerini yansıtan eserler ziyaretçilere yeni bakış açıları kazandırıyor.

Zafer Erkan ile Röportaj

TEVİTÖL Atölye Gezileri’nde Zafer Erkan Kasım ayı konuğumuz oldu.

Zafer Erkan kimdir?

Zafer Erkan 1968’de Çorum da doğdu. 1991 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim bölümünden mezun oldu. 1995-1997 yılları arasında aynı üniversitede “Çağdaş Türk Resminde Hayvan Simgesi” teziyle yüksek lisansını tamamladı. 2005-2010 yılları arasında Kocaeli Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Bugüne kadar 7 kişisel sergi açan 5 ödül sahibi sanatçının çalışmaları çok sayıda karma sergide yer aldı. Halen Nişantaşı Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve İstanbul Aydın Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

Zafer Erkan ile röportajımız.

Barış Yıldırım: Merhaba, bu ayki Tevitöl atölye gezimizde Zafer Erkan’la beraberiz. Hoşgeldiniz tekrardan.

Zafer Erkan: Teşekkür ederim. Siz de hoş geldiniz.

BY: Hoşbulduk. O zaman başlayalım. Sanata ilginiz ne zaman başladı, sanatsal gelişiminiz nasıl oldu?

ZE: Başlangıç bizim için çok önemli bir şey. Her sanatçıda olduğu gibi benim de çocukluk dönemime denk geliyor. Benim resme başlamam yaklaşık olarak ilkokul beşinci sınıfta oldu. Abim resim yapıyordu o zaman. Ben de onun yanında durup, o resim yaparken sürekli onu izlerdim. Bir süre sonra ben de onu taklit ederek çocuksu tavrımla bir şeyler çizmeye başladım. Bu çizimler ilkokul öğretmenimin ilgisini çekti ve benimle ilgilenmeye başladı. Ortaokul yıllarında Hasan Biçer hocamla karşılaşmam benim için önemli bir süreçti. Ortaokul, lise yıllarındaki resim öğretmenlerimin yönlendirmeleriyle sulu boya ve yağlı boya gibi çeşitli teknikleri denedim. Üniversite döneminde güzel sanatlar fakültelerinin yetenek sınavlarına girdim. Böylece 1987 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girdim. 1991 yılında aynı okuldan mezun oldum. Mezun olduktan sonra 1991-1992 gibi profesyonel resim hayatına da başlamış oldum.

BY: Peki hayatınızı sanattan kazanmaya geçişiniz nasıl oldu?

ZE: Bu biraz zaman aldı, zor oldu. Mezun olduktan sonra kişisel atölyemde özel resim dersleri verdim. Bu dersler ekonomik olarak yaşamımı sürdürmemi sağladı. Daha sonraki aşamalarda kişisel sergiler açıp, çeşitli yarışmalara katıldıktan sonra yavaş yavaş ekonomik anlamda da resimden bir karşılık almaya başladım. Bu süreç gerektiren bir durum. Resim yapan insanlar bu süreci bildiği için bunu bekliyor, çünkü başlangıçta ekonomik kazancın peşinde değilsiniz. Çok para kazanalım, büyük paralar kazanalım gibi bir düşünceyle hareket etmiyorsunuz. Temel sorun burada resim yapabilmek aslında. Başka bir işte çalışabilirsiniz, resim yapabilirsiniz; burada önemli olan resmin duygusunu yaşayabilmek. Sonrasında yol açıldığında, imkanlar geliştiğinde, zemin oluştuğunda ekonomik anlamda da bir şey elde edebilirsiniz.

BY: Peki, kariyeriniz boyunca, çocukluğunuzdan itibaren şu ana kadar tekniğiniz nasıl değişti?

ZE: Teknik resimdeki en büyük sorunumuz. Çünkü ekonomik durum veya profesyonel tavırdan önce bir sanatçının temel sorunu kendi resmiyle olan ilişkisi ve hesaplaşmasıdır. Teknik bu hesaplaşmanın başında geliyor. Ancak teknikle birlikte düşünsel anlatım, düşünsel olarak sanatınızın nerede yer aldığı da önemli. Öğrencilikten kalan, sonrasında üzerine koyulan teknik araştırmalar sonucunda boya sürüşünüz, renk anlayışınız, tekniğiniz kendiliğinden şekilleniyor. Burada temel olan şey çalışmak. Çünkü çalışıp malzemeyle oynadıkça kendi yolunuzu buluyorsunuz. Benim çok fazla teknik ve üslup kaygım olmadı. Çünkü tekniğiniz arzularınızın, isteğinizin, kişiliğinizin yansıması şeklinde kendini gösterebiliyor. Bu da sizin boya sürüşünüzü, renk anlayışınızı zaten içeriyor. Sanatçı kişiliğiniz de böylelikle oluşuyor. Boya sürüşü ve boyayı çözümleme aşamasından sonra geriye fikir ve düşünce kalıyor. İfade etmek istediğiniz düşünceyi bulduktan sonra “o fikri nasıl anlatabilirim”in yolculuğuna çıkıyorsunuz.

BY: Fikre geçmeden önce, teknik olarak kendinize örnek aldığınız, etkilendiğiniz, başka sanatçılar oldu mu?

ZE: Fovlara biraz fazla baktım bir dönem. Resimlerimde daha net renk kullanmayı seviyorum. Temiz, net renk kullanımı ve iki rengin yan yana gelmesiyle oluşan titreşim beni heyecanlandırıyor. Fovlara, İzlenimcilere baktığımda onların renk anlayışı beni çok etkiledi. Ancak şu anda tam bir isim telaffuz edemiyorum. Fakat kendi resmimin teknik oluşumunun köklerinde boyayı sürme arzumun ve kişisel yaklaşımımın etkili olduğunu düşünüyorum. Bu nasıl gelişti? Öğrencilik dönemimde çeşitli malzemelerle çalışmalar yaptım. Spatula kullanırken üst üste katmanlar halinde boya sürmeye başladım, bu malzemeyi kullanırken boyanın etkisi beni heyecanlandırdığı için bu boya sürüş tekniği burada devam etti. Bu da bir anlamda o tekniğe tutunmama ve malzemenin kendi yapısı da tekniğimin oluşmasına da neden oldu. Fakat sadece bunun gibi malzemeler kullanmıyorum elbette. Fırça ve çeşitli farklı malzemelerle sürüşü gerçekleştiriyorum. Bu konuda çok da tutucu değilim, önemli olan sizin yapmak, almak istediğiniz, görmek istediğiniz teknik etkiye hangi malzeme daha kolay ulaştırabiliyor ve sonuca gidebiliyorsunuz, biraz o malzemeleri deneyerek, araştırarak farklı malzemelere de zaman zaman yönlenebiliyorum.

BY: Yani teknik sizin için öncelikli olarak bir araç. Öyle değil mi?

ZE: Evet, teknik bir araç.

BY: Peki, resimlerinizin kompozisyonunu, fikri yapısını nasıl belirliyorsunuz?

ZE: Bu dönem dönem değişiyor. Çünkü bu konu yaşadıklarınızla ilgili, hissettiklerinizle ilgili, biraz içinde bulunduğunuz o ruh haliyle, dönemle, zaman zaman anlatmak istediğiniz, yaşadığınız şeyler değişiyor. Zaman değişince anlatım ve duygu da değişiyor. O yüzden bunu kesin bir şeye bağlayamıyorum. Dönem dönem resimlerim, konularım, ifadelerim değişti. Bu o anki yaşadığım gereklilikle ilgiliydi. Resimlerimi kendi hissettiklerimle ilişkilendirerek götürdüğüm, köklerini kendi bağlarımla buluşturduğum için, yaşadıklarımın değişmesiyle birlikte ifadeler ve konularda onunla orantılı bir şekilde değişti. 

BY: Bir dönem hayvan figürlerini sıklıkla imge olarak kullandınız resimlerinizde. Bu figürler nereden geldi, nereden doğdu ve sizin için ne gibi bir kolaylık, nasıl bir fonksiyon sağladı?

ZE: Evet, hayvan simgeleri ve hayvan motifleri öğrenciliğimden sonra yapmış olduğum ilk konularımı oluşturuyor. Bu nereden geldi, belki mitolojiye olan ilgim belki hayvanların sosyal hayatta çeşitli biçimlerde sembolleştirilmesi ve bu sembollerle anılmış olmaları. Mitolojilerde bununla karşılaşıyoruz. Aslında özünde her ne kadar hayvan simgesi kullanmış olsam da insanı anlatmak için kullandığım imgelerdi onlar. Çünkü insanlar bu simgeleri ve sembolleri hayvanlara yüklerken toplumsal yaşam ve insan kişiliğiyle ve düşüncesiyle ilişki kurarak bu sembolleri yaratmıştır. Bu bizden bağımsız ve kopuk değildir. Simgelere yüklenen anlamlar insanların gerçeği ile çok orantılı ve ilişkili. Nasıl geçmiş dönemlerde mitolojilere baktığımız zaman hayvanlara çeşitli anlamlar yüklenmiş. Bir kuşun, bir kartalın, bir doğanın gücünden ve sezgilerinden, bir baykuşun sezgilerinden, karganın yine aynı şekilde sezgilerinden, toplumda onların yeteneklerinden esinlenerek onların sembollerini üretmiş. Bu ise insanın güce sahip olma arzusundan da kaynaklanıyor. Sadece güce sahip olma arzusu değil, insanın kendini doğadaki bu tüm varlıklarla birlikte tamamlamaya, eksik olan yanlarını bu sembollerle güçlendirmeye çalıştığını düşünüyorum. Çünkü arkasındaki tüm o mitolojik imgelere baktığımızda hepsi bunu gösteriyor. Hayvan imgeleri güç imgeleri olmuşlar ve ve temelinde korku imgesi olarak karşımıza çıkmışlar. Çünkü insanlar ondan korkmuş, ona bir anlam yüklemiş; gücüne inanmış, ona bir anlam yüklemiş. Hepsi insanın korkularından çok, büyük güce sahip olma arzusundan da kaynaklanmış olabilir. Bu yüzden de hayvan simgesine bu kadar sarılmış olabilir diye düşünüyorum. Bendeki yansıması… Belki hayvanlar tür olarak birçok farklı türlere sahip. İnsan tek bir tür. Bu kadar farklı türler olmasına rağmen aslında her imge insana hizmet etmiş. Belki oradan esinlemiş olabilirim. Her hayvan da insan gibi ayrı yapıya sahip. O dönem bunları işledim.

Sonrasında farklı konular gelişti ve soyunmalar üzerine resim yaptım. Soyunma imgesini kullandım. Bu imge de benim için bir kavramdı.  Yani figüre bir tensellikten ziyade çıplaklık kavramının insanlık için farklı anlamlar taşımasından yaklaştım, resimlerimi o şekilde oluşturdum. Nasıl, çünkü biz çıplaklığı bir başlangıç olarak görüyoruz. Doğarken çıplak doğuyoruz ve bir işe başlarken “soyunmak” deyimini kullanıyoruz. Bu yine bir başlangıçtır aslında, biz çıplaklığı bir gerçeklik olarak görüyoruz aslında. Benim için anlamı bu. Gerçeklik ve objektiflik, saydamlık olarak görüyorum ve bir başlangıç olarak görüyorum. Bu da bu hayvan simgesinden sonra bir süre bir kopuş oldu. Askerlik görevi nedeniyle bir süre sanat çalışmalarıma ara verdim. Bu ara başlayan konularım oldu. Konu seçimi günlük hayatımızla, yaşamımızla, duygularımızla ilişkili, ve çoğu zaman teknik araçken konu da araç olabiliyor. Çünkü resim yapma eylemi insanı mutlu eden bir şey. Amaç sadece derdimizi anlatmak değil aslında, mutluluklarımızı anlatmak için de sanat yapıyoruz. Yani sanat sadece bir sorun üzerinden, problem üzerinden yürümüyor; arzularımız, beklentilerimiz, isteklerimiz… bunların üzerinden de yürüyor. Ben korkuyorum ,sadece derdim var, resim yapıyorum; öyle bir şey yok. Mutlu olmak için de sanat yapıyoruz.

BY: Tabii. Peki öğrencilerle çalışmanız sizi nasıl etkiledi?

ZE: Öğrencilerle çalışmak benim için öğretici olduğu kadar beni de geliştiren bir şey oldu. Bu çok severek, keyif alarak yaptığım bir iş. Kendi çalışmalarımı etkilemiyor değil, etkiliyor çünkü burada zaman sorunu yaşıyorsunuz, mümkün olduğu kadar boş zaman yakalamaya çalışıyorsunuz. İlk fırsatta kendimiz için bir şeyler yapma peşine düşüyoruz. Yapacağımız çalışmaları akşam saatlerinde, okuldan sonra, hayata geçirebiliyoruz. Genelde tatil dönemleri benim için daha verimli geçiyor.

BY: Peki bizim gibi sanatla ilgilenen  gençlere ne tavsiye verirsiniz? 

ZE: Her şeyden önce sanat yapmak aslında bir çalışma ve araştırma: bir beslenme. Bunu her şekilde yapabiliyoruz: okuyarak, film izleyerek, edebiyattan, müzikten, sanatın diğer kollarından ve yaşamın kendisinden. Çünkü benim için sanatın en önemli etkileşim alanı hayatın kendisi. Yaşamınıza bakmak, hayatınızın arkeolojisine inmek, hayatı izlemek, gözlemlemek sanatı besleyen kaynaklar diye düşünüyorum. Bu bolca kitap okumak, araştırma yapmak ve dünyada neler oluyor, neler bitiyor, bunları izlemek gerekiyor ve yeni gençliğin özellikle bunu çok iyi yaptığını düşünüyorum ve bu dönemde de gençler birçok konuda bizim gençliğimize göre daha şanslı olduklarını görüyorum. Bu çok güzel, mutluluk verici bir şey. Bu da gençlerin yollarının açık olduğu anlamında gelir. 

BY: Zafer Bey’e Tevitöl atölye gezilerini konuk ettiği için teşekkür ediyoruz.

ZE: Burada sizin gibi gençlerle birlikte olmaktan, güzel keyifli sohbet etmekten çok keyif aldım. Ben teşekkür ederim.

Abrakadabra

Halil Altındere’nin “Abrakadabra” sergisi 11 Eylül 2019 tarihinde Yapı Kredi Kültür Sanat Binası’ndasanatseverlerle buluştu. Serginin küratörlerinden biri ve hatta sergi kataloğunun yazarlarından Honu Hanru da konuşma yapacak. Yapı Kredi 75. yaşını kutlarken “75. Yıl Sergileri” adı altında birçok etkinliğe ev sahipliği yaptı. Abrakadabra 3 Kasım’a kadar devam edecek. Sergiyle eş zamanlı olarak da dünyaca ünlü küratörler ve yazarların Abrakadabra’ya özel olarak yazdıkları yazıları içeren bir sergi kitabı da yayımlanacak.

Halil Altındere.

Abrakadabra’nın sanatçısı bir sihirbaz, eserleriyse sihir malzemeleri olarak karşımıza çıkıyor. Sahnesiyse sergi alanı oluyor. Altındere son dönemde ortaya çıkardığı üç boyutlu bütün işleri ziyaretçilerine sunuyor. Sergi, Altındere’nin bronz işlerini, enstalasyon çalışmalarını ve hiper-realistik heykellerini bir araya getirirken hayal dünyası ve gündelik yaşamın gerçekliği arasındaki sınırın gücünü sorgulayan birçok eserden oluşuyor. Aynı zamanda sergi boyunca ünlü sihirbaz “QB”, Kubilay Tunçer, çeşitli tarihlerde hem yetişkinlere, hem de çocuklara özel olarak sergi salonunda performanslar ve sanat-sihir bağlantısıyla ilgili söyleşiler gerçekleştirecek.

TRT World’ün Abrakadabra sergi tanıtımı.

Altındere Abrakadabra’yla ilgili yaratıcılık ve absürdün bir arada bulunduğu sokak ve popüler kültürün bir arada bulunduğunu anlatıyor. Sergiyi gezen herkesin, sergi içindeki eserlerde kendinden bir parça bulacağına inanan sanatçı gündelik hayatın içinde sıradan görünen bir nesne, normal bir durum ya da bizim için olağanlaşmış durum ve nesnelerin aslında oldukça ilginç olabileceğini savunuyor. “İşte bu sergide kimi sıradan nesnelere, durumlara küçük müdahalelerde bulundum ve abrakadabra! Bu sıradan nesneler artık sıra dışı.

Abrakadabra sergisinden.

Altındere bir röportajında balmumunun aslında yapısı gereği çok pahalı bir malzeme olduğunu, bu yüzden balmumu heykellerin de aslında hep ünlü ve tanınmış isimler için yapıldığını anlatıyor. Bu sergide balmumu heykellerle sokakta her gün görebileceğiniz tiplemelerin olmasının sebebi de meşhur sözcüğünün anlamını değiştirme çabaları. Altındere genel olarak çok rahat ve kolay bir şekide anlaşılan bir sanatçı olarak görülüyor ve bu durumdan da gayet mutlu olduğunu belirtiyor. Amaçlarından birinin de aslında bu olduğunu söylüyor.

Her sergisinde kıyıdan köşeden görülen mizahın aslında insanların en önemli silahlarından biri olduğunu öne sürüyor çünkü mizahın günlük hayatımızda görmediğimiz şeyleri gözler önüne serdiğini ya da günlük hayatımızda gördüğümüz ama o kadar da önem vermediğimiz şeyleri daha dikkatle gözden geçirmemiz gerektiğini gösterdiğini düşünüyor.